10 Ocak 2012 Salı

Abdullah Turhan SÜPER TV VE BEN


Aslında her şey yine bir gazete sayfası ile başlamıştı. Özel şirkette’ki görevimden ayrılmıştım. Orada geçirdiğim iş kazası yüzünden ayrılmak zorunda kalmıştım. Elimdeki gazetenin iş ilanları bölümünde bir ilan gözüme ilişti şöyle yazıyordu; “kamerası ile birlikte kameraman aranıyor” aslında Eskişehir’deki koskoca bir Televizyonun düştüğü durum gözler önündeydi. Bir Özel Televizyon, kamerası ile birlikte kameraman arıyor, bu sizce bazı şeyleri çağrıştırmıyor mu? Yani bir Televizyon kuracaksınız bunun için milyon dolarlık yatırım yapacaksınız ama yine de kameraman alırken yanında kamerasını getirecek, olacak şey değil bu ama oldu. Böyle bir ilan Televizyonun içinde olduğu ekonomik sıkıntıyı da çağrıştırıyordu. Ama ne yaparsınız ki benim de başka çarem olmadığı için görüşme yapmaya karar verdim. Daha önce çalıştığım şirkette düğünlerde kamera çekimleri yapan bir arkadaşın o zamanın şartlarında iyi niteliklere haiz kamerasını yine düğünlerde çekim yapmak üzere almıştım. Kameramı aldım ve ES TV’nin yoluna düştüm Zincirlikuyu mahallesinde olduğunu biliyordum, bindim bir dolmuşa uzun bir yolculuktan sonra bahse konu semte geldim ufak bir araştırmanın sonunda gösterdiler dışardan bakıldığında iki katlı bir evi andırıyordu. Buranın Özel bir Televizyon olduğuna dair hiçbir işaret yoktu. Sadece kapının yanındaki zilin üstünde Süper TV yazıyordu ve birde biraz kafanızı çatıya doğru kaldırdığınızda çanak antenleri görebilirdiniz. Buranın Televizyon olduğuna dair sadece bu işaretler vardı. Bastım zile ve kapı otomatiği ile kapı açıldı. Önümde yaklaşık 50 basamaklı bir merdiven ve çıktım. Karşımda oranın temizlikçisi olduğunu daha sonra öğrendiğim Ayşe hanım beni karşıladı.
-“hoş geldiniz, ne istemiştiniz” diye sordu.
O güne kadar hiçbir iş görüşmesine gitmemiştim biraz afalladım ama duraklamaların benim için kötü izlenim olacağını düşünerek ve birazda gülümseyerek gazetedeki ilan için geldiğimi ve iş görüşmesi yapmak istediğimi anlattım. O da daha hiçbir kimsenin iş başı yapmadığını söyleyerek biraz beklemem gerekeceğini dile getirdi ve benim oturmam için bir yer gösterdi. Saat 10 falandı. İçerisine şöyle bir göz attığımda buranın bir daireden farklı olmadığını gördüm. İki oda bir salon bir yere benziyordu ve daha sonra anlayacaktım ki yanılmamıştım. Hiç kimsenin olmaması garibime gitti. Koskoca bir Televizyon “koskoca diyorum çünkü o ana kadar gözümde o kadar büyütmüştüm ki” neredeyse öğlen vakti oluyor ama hiçbir kimse yok. Temizlikçi Ayşe hanımın dışında.
Ayşe hanım karşımda oturuyor ve birbirimizi yan gözlerle süzüyorduk. İkimizde bir şeyler söylemek istiyorduk ama Ayşe hanım daha önce davrandı ve “çay içer misiniz” diye sordu. Bende “varsa bir bardak alırım” diye nazik bir şekilde kabul ettim. Çayım geldi ve yudumlamaya başlarken yine zil çaldı. Ayşe Hanım otomatiğe bastı ve bu arada ben de belki defalarca basacağım otomatiğin yerini öğrenmiş oldum. Kapının önünde saçlarında birkaç tel siyah saçı kalmış kır saçlı esmer görünümlü, çekik gözlü ince uzun boylu zayıf bir adam. Bana baktı ve yerine yani Genel Müdür koltuğuna oturdu. Ayşe Hanım’a dönerek
-“Günaydın, arkadaş ne için gelmiş” dedi. Ayşe Hanım’da;
-“iş görüşmesi için gelmiş uzun zamandır bekliyor” dedi.
Kır saçlı adam kafasını sallayarak elindeki birkaç dosya ya bakmaya başladı. Bu arada Ayşe Hanım “içeriye geçebilirsin” dedi. Bende kameramı yanıma alarak usulca Genel Müdürlük makamına geçtim ayaktaydım kır saçlı adamın bana otur demesini bekliyordum ve eliyle işaret ederek bana koltuğu gösterdi. İçimden ne kadar ciddi bir adam biz bununla nasıl çalışacağız diye de düşünmüyor değildim. Ayşe hanım elinde iki bardak çay ile yine göründü, birini Genel Müdür’e diğerini ise bana bırakarak ayrıldı.Çaylarımızı içmeye başlamıştık ama o ana kadar tek bir kelime konuşmamıştık kır saçlı adamla ben onun konuşmasını o ise benim konuşmamı bekliyor gibiydik. En sonunda kır saçlı Genel Müdür;
-“ ben Talat Ürersoy buranın Genel Müdürüyüm ya senin adın ne?” diye sordu.
Kır saçlı Genel Müdürün adının Talat olduğunu öğrenmiştim öğrenmesine ama onun kendini tanıtması yani isim ve soy ismi ile adını söylemesi benim hazır cevap olmam nedeni ile aynı şekilde cevap vermem gerektiğini çağrıştırdı bende;
-“memnun oldum bende Abdullah Turhan” dedim ve arkasından iş ilanını gördüğümü ve bunun için rahatsız ettiğimi güzel bir lisanla izah etmeye çalıştım. Çünkü işsizlik zordu ve evde geçen zamanlar beni oldukça rahatsız ediyordu. Aslında bu işe de o kadar ihtiyacım yoktu da diyebiliriz, nedeni ise ayrıldığım iş yerinden yüklüce bir miktar tazminat almıştım. Bu para bana en azından bir yıl yetirdi. Ama keseden harcamanın yerine kazanarak harcamak daha iyi düşüncesi ağır basmıştı. Bu iş olmasaydı başka bir iş olurdu lakin özel bir Televizyonda kameramanlık yapma fikri cazip geliyordu. Hatta renkli olduğunu dışarıdan bildiğimiz yeni bir camianın kapısının dibindeydim. Olmalıydı. En azından bu camianın içinde neler oluyor bunu anlamalıydım. Bu işin olmasını çok istiyordum bu yüzden de Genel Müdür Talat Ürersoy’un gözünün içine bakıyordum. Talat bey çayından bir yudum daha aldı ve uzun Maltepe sigarasını yakarak önündeki dosyaları bir tarafa bıraktı. Sigarasından derin bir nefes çektikten sonra,
-“Kameran varmı? Ne kadar tecrüben var?” diye iki soruyu peşi sıra sordu.
Bende “kameram var ama sizin kameralar gibi olup olmadığını bilmiyorum” diye söze başladım ve hemen ardından yanımda getirdiğim çantadan kameramı çıkararak “tecrübeye gelince düğünlerin dışında kamera çekimi yapmışlığım yok, üstelik bu kamerayı da yeni aldım ama size uyar mı bilmem?” dedim.
Talat bey sigarasından bir nefes daha çekerek “tamam işe alındın hadi bakalım şimdi bizim mahallede bulunan bir ilkokulda tören var onu çekte gel” dedi.
Şaşırmıştım hemen işe alınacağım aklımın ucundan bile geçmiyordu. Daha ne kadar ücret alacağımı bile bilmiyordum herhalde asgari ücret falan olacaktı diye düşündüm. O kararsızlıkla “tamam” deyivermişim. Okulun nerede olduğunu öğrenmeye çalışırken yine zil çaldı. Bu sefer ayak sesleri yere sağlam basan bir insanın ayak sesleri gibiydi. Zaten 50 tane merdiveni soluk soluğa çıktığı aldığı nefeslerden belli 150- 160 kiloluk orta boylarda bir adam görünüverdi. Selam verdi bana öyle bir bakışı vardı ki görseniz dövecek sanırsınız doğru Talat bey’in yanına girdi. Orada biraz konuştuktan sonra “gel bakalım beraber gidiyoruz” diye biraz tok ve birazda külhanbeyi tavırlarla beni çağırdı. Merdivenlerden inmeye başladık “hayırlı olsun benim adım Hakan” dedi külhanbeyi ağabeyimiz. “buranın kameraman-larındanım”diye de ekledi. “sağol abi” dedim sadece adımı söyleyerek Zincirlikuyu mahallesinin dik yokuşlarını çıkmaya başladık o kadar yavaş çıkıyorduk ki kaplumbağa bile bizden hızlı giderdi. Bir iki adım atıyor duruyorduk biraz nefes sonra yine bir iki adım yine nefes ve sonunda törenin yapılacağı okulun önüne kadar geldik. Okul Müdürü bizi kapıda karşıladı bizim külhanbeyi ağabeyimiz “müdür hadi bize soğuk bir şeyler getir” diye emir verircesine isteğini iletti. Şaşkınlığım bir kez daha artmıştı. Bu adam külhanbeyi ise haraç yemeliydi ne işi vardı kameramanlıkta yok eğer kameraman ise biraz daha kibar olmalıydı. Ama sonradan anlayacaktım ki onun yapısı böyle imiş. Aslında çok tatlı bir adammış. İlk izlenimler her zaman doğru olmuyor. Tören başlamak üzere ben ise ne yapacağımı bilmez bir şekilde ortalıkta dolaşıyordum, bir yandan da Hakan abiyi gözetliyor onun nasıl görüntü aldığını merak ediyordum. Ama her yiğidin ayrı bir yoğurt yiyişi var derler ya onun yaptıklarının daha fazlasını yapıyordum. Üstelik kendimi kanıtlamam gerekiyordu. İlk işimde başarılı olmalıydım. Konuşmalar oyunlar derken tören bitti. İnişimiz ise çıkışımızın aksine daha çabuk olmuştu. Ah bir de şu merdivenler olmasa. Gelmiştik biraz sohbet biraz çay sigara derken akşam olmaya herkes yavaş yavaş dökülmeye başladı. İlk önce Murat geldi Murat Yönetmen, ardından Ertuğrul oda kameraman ve en sonunda kameramanlardan Kemal hepsiyle tanıştık. Özel televizyonun en önem verdiği 20.30 haberleri idi. Herkes bu saatte canlı olarak yayınlanacak olan haber programına endekslenmişti. Gün boyunca yapılan haberler yayın odasında harmanlanıyor, kesilecek yerler kesiliyor ve spiker’in canlı olarak sunduğu program hazırlanıyordu. İlk gün herkes bana yardımcı olmaya çalışıyor ve ciddi tavırlar takınıyorlardı, hatta öyle nazik davranıyorlardı ki dışarıdan bakıldığında çok kültürlü insanların olduğunu sanırsınız. Benim ne işim var burada diye düşündüğüm bile oldu. Ama çok geçmeden bu insanların muzip, cana yakın tavırlarını kendi aralarında sergilediklerini izledikten sonra içim ısınmaya başlamıştı. Bütün kameramanlar yayın odasına kendi çektikleri görüntüleri yayın yapılacak kasete aktarmak için bir bir giriyorlardı. Yönetmen olan Murat benim işi daha iyi kavrayabilmem için yayın odasında durmamın daha doğru olacağı kanısı ile olsa gerek bana
“sen kal ve neler yapıyoruz izle” dedi.
Bende çaresiz yayın odasında yapılan işleri izlemeye koyuldum. İlk gün kameramanların getirdikleri görüntülerde nasıl bir yol izledikleri, nasıl haber yapıldığı hakkında bilgiler edinmeye başladım. Aslında çok da zor değildi, ama koşturmak yorucu olmalıydı. Bir de gece geç saatlere kadar televizyonda bulunmak ve sabah erken saatlerde göreve gitmek hiç haber yapmasanız bile yorucu gözüküyordu. Bunun karşılığında ise Talat beyden bir kuru teşekkür yada aferin ,birazda maaş ve mutfakta ne varsa bolca yemek.

Abdullah Turhan
SÜPER TV VE BEN